Biliyoruz ki, insanoğlunun yaratımı, eşit iki tür olarak yapılmıştır. Bunlardan biri, erkek, biri ise kadındır. Ancak Ortaçağ’dan bu yana, bu yaratımlardan biri olan kadın cinsiyeti üzerinde, akla sığmaz bir baskı ve hukuk eşitsizliğinin var olduğu, da bilinen bir gerçektir.
Bu hukuki eşitsizlik durumu, dünyanın batısında ayrı, doğusunda ise ayrı şekil ve durumlarla ortaya çıkmıştır. Hukukun kadınlar aleyhine uygulanması, batıda kadınların engizisyon mahkemeleri kararlarıyla yakılması, doğuda ise kadı kararı ile taşlanması şekillerinde tezahür etmiştir.
Kadın hareketinin, yüzyıllar süren mücadelesi sonunda, nihayet modern toplumlarda hukuk sistemi kadın cinsine yaşanabilir oranda bir eşitlik getirmişken, 2023 yılı Türkiye’sinde, kadınların tanımlanmış mevzuatla kendilerine verilmiş haklardan vazgeçebilecekleri düşünülerek mi bilinmez, 6284 sayılı kanunun mevzuattan kaldırılmasını talep edenlerin istekleri, gündeme getirildi.
2023 yılı Türkiye’sinde, vatandaşların ülkelerini yönetecek siyasi şahısları seçecekleri günlerde, uygulamasından hukuk dışı bir yöntemle çıkılmış olan İstanbul Sözleşmesi de tam ortada aslı dururken, seçilmeye aday siyasi oluşumlardan birisi ve ülkenin yönetimine ve yasama organında var olmak için seçilmeye aday birileri tarafından, hukuk sisteminde, kadınlar lehine, elde kalmış tek dayanak olan, 6284 sayılı Kanun’un mevzuattan kaldırılması, manasız şekilde gündeme taşınmıştır.
Henüz 8 Mart Emekçi Kadınlar günü kutlamışken, bu kanunun mevzuattan kaldırılmasının konuşulabilmesi bile, kadınların hukuk önünde zihinsel olarak orta çağa geri dönülmesi anlamına gelmektedir.
Kazanılmış hakların küllen kaybedilmesi sonucunu doğurabilecek bu ihtimale, hiç kimsenin paye vermeyeceğini düşünsek de, bu konunun gündeme getirilebilmesi bile, yersiz ve içinde bulunduğumuz milenyum çağında, vakitsiz olmuştur. Belki yüzyıl önce olsa bir anlam içermesi muhtemel bu tartışmanın, bugünün haberlerde yer bulması dahi şaşkınlık yaratıyor.