Bodrum’daki tüm arıtma tesislerinin atıkları denize veya doğaya bırakılıyorsa, bu tesisler Belediye’nin en büyük gider kalemi olan elektrik enerjilerini GES veya bio-enerji yöntemiyle kendileri üretmiyorsa ve bu arıtmalardan sıfır riskli içilebilir berrak su geri dönüşümü yapılamıyorsa bu tesislerin tamamı yok hükmündedir. “İleri biyolojik arıtma” eski bir teknoloji. Şayet tesiste karbonun yanında azot ve fosfor giderimi de varsa bunun adı ileri biyolojik arıtma oluyor.
Şayet arıtmadaki atık suyu geri kazanabilseydik, Bodrum’un su ihtiyacının en az dörtte biri arıtma tesislerinden sağlanacaktı. Psikolojik nedenlerle içme şebekesine verilmese bile park-bahçe ve yüzme havuzlarında kullanılarak büyük bir tasarruf sağlanabilirdi.
Peki yapıldı mı? Ne gezer. İleri biyolojik arıtma aldatmacasıyla fiziki ve kimyevi işlemlerden geçir, öğüt ve kahverengi sıvı olarak koskoca Yarımada’nın kanalizasyonunu yüz metreden derin deşarj yöntemiyle denize pompala. Anlayacağınız, nerede girersek girelim, yazın b.. ‘un içinde denize giriyoruz. Kısaca Türkçesi bu ve biz turizm kentiyiz, öyle mi? Güldürmeyin adamı. Aksini iddia eden varsa buyursun anlatsın da ben özür dilemeye razıyım.
Ve işin en acı tarafı şu ki, bu sistem otuz yıldır böyle işliyor. Dolayısıyla Bodrum’da ilk önce zihniyet devrimi şart diyorum. İkinci aşamada bu sorunları çözecek tecrübeli ekibe yetki vermekten başka çaremiz kalmadı. Yani tuz koktu, denizler koktu, caddeler koktu.
Seçmenin zihni çok karışık. Bir yanda acı gerçekler bir yanda eski siyasi geleneksel alışkanlıklar ve mahalle baskısı. Görünen o ki, Bodrumlu bu sefer her şeye rağmen “sessiz devrim” e yelken açacağa benziyor. Bir başka deyişle değişimden başka çare göremiyor.
Devam edelim… Aslında Bodrum’un yeni baraja falan ihtiyacı yok. Nasıl mı?
Anlatayım;
Arıtmalardan geri kazanılması şart olan %25’lik pak suya resmi makamların ilan ettiği %30’luk kayıp kaçağı ilave edersek toplam %55 ediyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Bir adet Geyik Barajından daha büyük baraj suyunu göz göre göre heba ediyoruz. Yazık günah değil mi? İsraf değil mi? Bu kadar iş bilmezliğin bedelini niye hep Bodrumlular, turizmciler ve tatilciler ödemek zorunda kalıyor?
Caddelerden ve evlerin çatılarından yağmur sularının geri kazanılamaması nedeniyle oluşan %5’lik kayıp ile birlikte su israfımız %60’a çıkar. Buna bir de ilkokullardan itibaren 7’den 77’ye “su tasarrufu seferberlik eğitimi” ile %5 daha ilave edersek pisipisine beceriksizlikler sonucu boşa akıp giden su miktarı %65’e ulaşıyor. Yani bu demektir ki; Bodrum’un, barajlardan güç bela temin ettiği suyu boşuna israf ediyoruz ve parasını da vatandaştan tahsil ediyoruz. Yani bir buçuk barajlık suyumuz kayıp. Hesap meydanda, yorum serbest. Bunun adı ya akıl tutulması ya da topyekün beceriksizlik değil de nedir?
Muhalefet başkan adaylarının yerinde olsam sadece israfı önleyerek şu andaki güncel su fiyatlarını %50 ucuzlatma sözünü rahatlıkla verebilirim. Çünkü seçmen Yarımada’nın su sorununu kim çözecekse oyunu ona verecek.
Aslında iktidarın kendi kendine muhalefet etmesi abesle iştigaldir. Bu şuna benzer; aynanın karşısına geçip kendisiyle kavga etmesi gibi bir şey. Hem suçlu hem güçlü. Hem hakim, hem savcı hem de mağdur. Böyle bir şey olamaz. Mazeret üretmeden su, trafik ve arıtmanın hesabını vermeden adayın hiçbir vaadinin kıymeti harbiyesi olamaz.
Topu taca atmadan, mazeret üretmeden açık ve net olalım. Zira yaz boyu çile çeken Bodrumlu su üzerinden siyaseti asla kabul etmez. Her şeye rağmen su ve arıtmadaki 30 yıllık çaresizliğin bir izahı olması gerekmez mi? Sudan bahaneler değil, gerçek nedenlerle seçmeni ikna etmelisiniz.
Velhasıl demem o ki; bu işin siyaseti olmaz. Susuz hayat hiç olmaz. Şayet turizmden para kazanmak istiyorsanız öncelikle ama her şeyden önce su, arıtma ve trafik sorununu çözmek zorundasınız. 30 yıldır çözemediyseniz ve hala projeleriniz ve kaynaklarınızla birlikte dürüstçe bunun sözünü veremiyorsanız, lütfen gölge etmeyin. Bodrum’un kaybedecek vakti yok. Vatandaşın sabrı tükendi.
Bu acı gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Koltuk ve rant hesabıyla, siyasi fanatizm uğruna gözümüzü gerçeklere kapatıp Bodrum’un geleceğini bir 30 yıl daha karartmaya hakkımız yok.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da gerçek değişmeyecek. Belki onuncu köyde sözümüze kulak veren birileri çıkar. Fakir Baykurt’un “Onuncu Köy” romanındaki mücadelesi gibi bir şey benim çabalarım. Gün gelir devran döner, hak yerini bulur.
Atalarımız ne demiş; “İş bilenin, kılıç kuşananın.” O halde projesi olan, işi bilen beri gelsin. Önce Bodrum, sonra siyaset.
Hoşça kalın.
7 Mart 2024
Ahmet KARATAŞ