İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukukta uygulanması kararı, Anayasa gereği, TBMM eliyle verilmiş, sonra kadına yönelik şiddete karşı kazanımlar elde edilmişti. Ancak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile uluslararası sözleşmeden çıkış sonrasında Danıştay’a, bu kararın iptali talepli davalar açıldı ve gelinen noktada, bu davalar da reddedildi. Artık, İstanbul Sözleşmesi’ne ülkemiz taraf değil.
İdarenin, yani devletin gücünü elinde tutan kamu kurumlarının kendi yetkilerini aşarak; vatandaşlara ve özel kurumlara, bazen eziyet ettiği zaman zaman görülmüş ve duyulmuştur. Ancak; İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile doğan durum; hukuk devletleri tarihinde az bulunan, bir durumdur. Daha doğru bir ifade ile, bir hukuk devletinde yaşanılması beklenmeyen bir durumdur. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile uluslararası şekilde, sözleşmeden çekilme kararı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin yayınlanma tarihinden bu yana çok tartışılan ve sonrasında, sözleşmeden çekilme kararının iptali için Danıştay’a başvurulan hukuki bir durum meydana çıktı.
Danıştay’ın kararın iptaline yönelik davaları reddetmesi üzerine, tartışmalar da iyice alevlendi. Bu tartışmaların kaynağını ve kararın geleceğe yönelik neler vaad ettiğini anlamak, geleceğe dair öngörü sahibi olmak açısından oldukça önemlidir.
Danıştay, sözleşmeden çıkma kararının iptali taleplerine karşı verdiği red kararı ile Anayasa’nın uluslararası sözleşmelerin kabulünün yasama eliyle yani TBMM kararı ile olması gerekmesinin yanında, aynı şekilde yasama eli ile çekilebilineceğine dair hukuki yolu, yok saydı. Böylece; yasama yoluyla, yani TBMM kararı ile iç hukuka uygulanabilir sayılan uluslararası sözleşmelerin, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile feshini hukuka uygun buldu.
Buradan iki önemli sonuç çıkıyor ki; artık Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle TBMM tarafından kabul edilmiş tüm uluslararası sözleşmeler, Danıştay eliyle Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle iptal edilebilir bir pozisyona getirildi. Danıştay bu kararını, Anayasa’nın 90. maddesinde düzenlenmiş uluslararası sözleşmelerin iç hukukta uygulanabilmesi için TBMM’den geçmesi hükmünün yanında sözleşmelerden çıkışa, yani sözleşmelerin feshine ilişkin bir usulün Anayasa’da belirlenmemiş olması, yorumuna dayandırıyor.
Ancak, bir giriş usulü belirlendi ve çıkış usulü ile ilgili başka bir yol belirlenmemişse, çıkış usulünün de giriş usulü gibi olması gerektiğini kabul etmek için, hukuk bilmeye dahi gerek yok. Aristo mantığı ve vicdani yargılama ile bu noktaya erişilebilirken, değerli hukukçulardan oluşan Danıştay’ın bu noktayı görmezden gelmesi geleceğimiz adına oldukça üzücüdür. Zira bu gelecekte, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Paris İklim Sözleşmesi veya uluslararası bankacılık sözleşmelerinden de çıkış yapılabileceğinin ve özünde keyfiliğin teminidir.
Bu kararla ortaya çıkan ikinci önemli sonuç ise; Danıştay’ın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesini Anayasa’dan üstün kılmasıdır. Cumhurbaşkanlığı kararnamesini, Anayasa’dan üstün kılmak ise, yürütmenin yasamaya tecavüzünü hukuki hale getirmektir.