Anayasa Mahkemesi, normlar hiyerarşisinde en üstte olmak üzere, yüksek mahkeme kararları, ülkemizin hukuki sistemine yön veren, yerel mahkemelerin yasaların uygulanmasındaki rotalarına pusula olan belirleyicilerdir. Bu kararlar, sadece yasal açıdan bireyler için sonuç ifade etmez, aynı zamanda toplum üzerindeki etkileri ve uzun vadeli sonuçları da toplumun derinliklerine hitap eder. Ancak bu kararlar şu anda, ne bireysel anlamda ilgilisine, ne de toplumsal açıdan doğurması gereken sonuçlarını doğuramıyor.
Hatay Milletvekili olarak seçilen vekilin, 30 Ocak 2024 tarihinde milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin olarak hukukçular, hukuk eğitiminin temelinde öğretilen normlar hiyerarşisinin varlığını bildiklerinden şaşkın. Yani bu altlık üstlük ilişkisinde, Anayasa mahkemesi kararının Yargıtay ve diğer mahkemelerin üstünde yer aldığının öğretilmiş olması gerçeği ile yaşananlar arasındaki farkı, hukukçular halen anlamış ve içselleştirebilmiş değil.
30 Ocak 2024 tarihinde ise, 18 yıl hapis cezasına mahkum edilen ve Anayasa Mahkemesi’nin 2 kez hak ihlali kararı vermesine rağmen yerel mahkemece tahliye edilmeyen Hatay Milletvekili olarak seçilmiş Can Atalay hakkında; Yargıtay 3. Dairesi’nin kararı okunarak, vekilliğinin düşürülmüş olması ise, hukuktan ve apayrı bir mantık problemi olarak, tahtada yazılı duruyor. Çünkü bir kişinin milletvekili olduğu kabul edilirse, o zaman uzun süre önce tahliye edilmiş olması gerekiyorken, tahliye edilmedi; aynı kişinin milletvekili olmadığının ve bu yüzden tahliye edilmemiş olduğunun kabulünde ise, neden mecliste milletvekilliğinin düşürülmesi kararı okundu ve geçerliliği kabul edildi. Milletvekili değil ise, olmayan milletvekilliği nasıl düşürüldü? Hiç var olmamış bir durum, halkın vekaleti ile mecliste bulunan vekiller tarafından düşürüldü. Aristo’nun önüne bu mantık problemi getirilse idi, nasıl çözerdi diye insan düşünmeden edemiyor.
Kararın toplumdaki ve ilgili kurumlardaki etkileri, geri dönüşler ve muhtemel sonuçlarının hukuki bir perspektifle yorumlanamamasından nedenlerinden birisi de, bir hukukçu olan, asil meclis başkanının kararı okumaktan uzak durması yani bu yönüyle kararı kabule geçmemiş olmasıdır.
Bir de bu vekillik düşümü esnasında, günahı yine Anayasa kitapçığı çekti. T.C. Anayasası kitapçığının çilesi nasıl bitmek bilmez bir çile ise, bu ülkede cumhurbaşkanı, başbakanla olan tartışmasında onu fırlattı ve sonrasında masadaki bir bakan da aynı kitapçığı, Cumhurbaşkanına geri fırlattı ki böylece ülkemizin en derin ve kapsamlı ekonomik krizlerinden birisi doğmuş oldu. Şimdi de hukuka ve anayasaya aykırı bu kararın okunması esnasında da, yine günahı anayasa kitapçığı çekti ve mecliste oradan oraya fırlatıldı. Kitapçığın bitmek bilmez çilesi.
Biliyoruz ki demokratik rejimlerde halkın iradesi ve hukukun üstünlüğü esastır. Ancak ülkemiz, Anayasa’nın fiilen askıya alındığı, insan haklarının ve hukukun asgari normlarının dahi çiğnendiği bir keyfiyet alanına, bir girdaba sürüklenir gibi gidiyor.
Can Atalay’ın millet vekilliğinin düşürülmesi, artık normlar hiyerarşisinin cenaze namazının kılınması anlamına geldiğinden, artık her Anayasa Mahkemesi kararı hakkında tartışma yolu açılmış oldu ve bu gelişmeler yakın gelecekte normlar hiyerarşisinde potansiyel değişikliklerin bir habercisi gibi görünüyor.