İlgi alanım olan bağcılıkta bir bitki büyütme metodu olarak kökler arası rekabete dayalı büyüme ve verimlilik için sık dikim tekniği uygulanıyor. Bu metod bitkiden en yüksek verimliliğin alınmasını sağlıyor. Bu yöntem bana, ismi dönem dönem değişen, anlamı ise tüm zamanlarda yeknesak olan insanlardan, doğadan kısacası her şeyden en yüksek düzeyde faydalanmaya odaklı sistemi hatırlattı.
Bu öyle bir faydalanma odaklı durum ki, sistemin var olması ve varlığını devam ettirebilmesi için, gereğinde insanları birbirleri ile rekabete iten hırsları perçinleyen, her türlü insanlığa sığmayan davranışa yönelten sistem çıkıyor alttan. Bu günümüzde kapitalizm, eski dönemde kölelik, gelecekte adının ne olacağını bilemediğimiz, sadece sistem desek de anlamları yeknesak olan insandan doğadan, tüm canlılardan her türlü etik olmayan şekilde faydalanmasının mubah sayıldığı durumların ortak adı bence.
İnsanın insana yaptığını, yeryüzünde hiçbir canlı yapmıyor. Çıkar çatışmaları, birbirinin üzerine basarak kişisel hırsları için rekabete girme ve sonunda tüm insani erdemlerinden arınıp, insanlıktan çıkmış davranışlar gösterme, işte yine sistemin ayakta kalabilmesi için, çeşitli yöntemlerle yapılan manipülasyonların sonucu. Sistemi ayakta tutabilmek için din, ırk gibi her tülü değerin algı yönetiminde kullanıldığı gibi, son günlerde, bir yönetici beyanı ile gündeme gelen aile kurma – kurmama tartışmasının da bu yönüyle sisteme hizmet eden bir tartışma olduğunu da düşünmek için yeter sebep var gibi. Çünkü neredeyse, herkes ve her şey, sistemi ayakta tutmak için seferber edilebilir bir görünüm var. Kapitalizmin aile ile ne ilgisi var diye düşünenlere, biraz beyin açıcı bir tez sunmak istiyorum. Bu benim tezim değil yani birçok düşünür ve bilim insanı bunun farkında olarak, çeşitli varyasyonları ile bu tezi benimsemiş. Ailenin, günümüzün ‘sınırsız faydalanma’ düzeni olan kapitalizme nasıl hizmet ettiğini bilimsel yanları ile de geçmişte açıklamışlar.
Bir bireyin aile kurmaya karar vermesi ile birlikte ortalama 20 yıllık bir gizli sorumluluk kabulüne imza atmış olduğunu söyleyebiliriz. Birey, eş ya da ebebeyn olduğunda, artık salt kendi kararlarına göre yaşamayan, belirli sorumluluklar altında sistemde kalıp para kazanıp, para harcamak zorunda olan sistemin bir unsuru haline gelir. Çünkü aile kurum, eş olur çocuk olur, bakmakla yükümlü olunan kişilerden oluşur. Kişi, artık birey değildir. Artık sistemin bir çarkıdır. Her istediğinde de, sistemden çıkamaz. Yani aile kurmuş kişinin sorumluluklarını bir yana bırakması ve sisteme hizmet etmekten kaçınması pek kabul edilmez. Çok az sayıda kişi ise, farkındalıklarla, ikisini de yapmadan yaşamayı başarır. Ama sitemin elinde tuttuğu büyük oran zaten yaşaması için yeterlidir.
İşte tam da bu yüzden, ailenin ve ailesine hizmet için çalışmak ve para kazanmak ve kazandığını sisteme aktarmak zorunda olanların varlığı, kapitalizmin yaşaması için bir mecburiyettir. Oysa aile kurmak ya da birey olmak, kişilere tanınmış bireysel haklardandır. Ne birisi diğerine üstün, ne de diğeri ötekinden düşük bir haktır.
Bu haklar, seçimlik Anayasal haklar iken, bir seçimin övülüp diğerinin yerilmesinin nedeninin, sisteme hizmet eden unsurların azalmasından korkulduğu için ailenin kutsallığının pekiştirilmekte olduğu düşüncesi bir alternatif olarak akla yatkın geliyor, hele ki pandemi döneminde kapitalizmin ciddi yara aldığı göz önünde bulundurulunca.