Marka endişeniz ve gelecek kaygınız yoksa koruma-kullanma dengesi ve taşıma kapasitesi bağlamında Bodrum’u yaşatma derdiniz de olamaz. Ya ne olur? Sadece ve sadece günü kurtarma, rant ve siyasi ikbal hesaplarınız olur.
Marka şehir olmanın ana paradigması DEĞERLER manzumesidir. Bir başka deyişle, şayet markalaşma projeniz varsa mutlaka içine değerlerinizi serpiştirmeniz gerekir. Yani, değerleriniz markalaşmanın ruhudur. 1/25.000’lik ve 1/100.000’lık planlar, buna bağlı olarak yol alacak imar planları, çevre bilinci, arkeoloji, tarih ve eko-tarım, alternatif turizm gibi alt başlıkların doğru şekillenebilmesi için bunların şehrin ruhu olan değerlerimizle harmanlanması icap eder. Aksi takdirde bugün Bodrum’u getirdiğimiz noktadan da anlaşıldığı üzere bir hilkat garibesi ile karşılaşırız.
Herkesin gelmeye, tatil yapmaya can attığı, doğası, tarihi, gelenekleri ve mimarisi ile ruhumuzu okşayan, yaşamımıza heyecan katan bir Bodrum değil de bir ucubeyle karşı karşıya kaldıysak, acı ama gerçek; dönülmez kapkara bir yola girdiysek tek sebebi; değerlerimizi ıskalamamızdan, markalaşma çabamızın olmayışındandır.
Çıkmadık canda umut vardır. Karalar bağlayıp oturacak değiliz elbette. Hala yapacak bir şeylerimizin olduğuna, pes etmememiz gerektiğine inananlardanım.
DEĞERLER’den başlayalım isterseniz. Bu sihirli kavram o kadar önemli ki şimdiye kadar bu adla üniversitelerimizde fakülteler kurulmadıysa, hem büyük kayıp, hem de büyük ayıp.
Şu PARADİGMA var ya, aspirin gibi kullanılan, herkesin dilinden düşmeyen, işte o paradigmanın da ruhu “değerler sistemi” veya “değerler bütünü” dür.
Kısacası “değerler” dediğimiz sosyolojikten öte felsefi kavramdır, bir milletin ruhudur. O olmadan hiçbir şeyin tadı-tuzu olmaz.
Ne alaka demeyin, konuyu dağıttım sanmayın, sadede geliyorum.
Bu “değerler” bütünü içinde gelenekten, dünya görüşüne, bilim tarihinden, mimariye, yaşam tarzına, maddeden metafiziğine… Her şey var.
Şimdi geleneksel değerlerimizi turizmle harmanlayıp Bodrum’a yeni bir heyecan, yeni bir ruh katmaya çalışalım.
Turizmde sadece “ deniz-kum-güneş”e saplanıp kaldık ve vizyonsuzluk bataklığında hala debeleniyoruz. Turizmi çeşitlendiremediğimiz ve değerlerimizle bütünleyemediğimiz içindir ki, Bodrum turizmden hak ettiği payı alamıyor, hem misafirlerin, hem de yerleşiklerin mutluluk katsayısı her geçen gün düşüyor. Artık yeni şeyler söyleme vakti geldi.
Yıllar önce alternatif turizm seçeneklerini yazmıştım. İstanbul’dakinden 3 yıl önce Bodrum’a “MİNYATÜR TÜRKİYE” projesini önermiştim. 5 yıl önce İst. Panorama’nın daha gelişmişi olan “TARİH TÜNELİ” ni, denizin içinde devasa “AKVARYUM” u defalarca önermiştim ama o günkü koşullarda Bodrum’u markalaştıracak bu güzel projeler karşısında heyecanlanan bir tek yetkili göremedim.
Pes etmedim, etmeyeceğim, sil baştan tüm öneri-projelerimi teker teker gündeme getireceğim. İnşallah bu sefer bir şeyler olur. Hazırsanız başlayalım. “Değerler projesi” kapsamında Bodrum turizmini zirvelere taşıyacak şu öneriye bir göz atalım.
Prag’ta Eskişehir dedikleri bir semt vardı. Mimarisinden, yaşam tarzına kadar korunmaya çalışılmış. Orada bir demircinin ateşte demire nasıl şekil verdiğini, demiri döverek nasıl küçük hediyelikler yaptığını hayranlıkla izlemiştim. El sanatlarıyla ilgili benzer etkinlikleri gittiğiniz her ülkede mutlaka görmüşsünüzdür.
Geleneksel el sanatları açısından çok zengin bir milletiz. Bunda Türk-İslam medeniyetinin payı olduğu kadar köklü kadim medeniyetlere ev sahipliği yapan adı üstünde Anadolu uygarlıklarının da büyük etkisi var. Velhasıl hazinenin üstünde oturuyoruz ama kıymetini bilemiyoruz. Düşünsenize, bir çırpıda aklıma gelenler; cam üfleme, nazar boncuğu, çini, kündekari, ebru, hat, gümüş işleme, demircilik, bakırcılık, halı-kilim, bez dokumacılığı… Daha neler neler… Tüm Türkiye’de yok olmaya yüz tutmuş kökü tarihin derinliklerine dayanan geleneksel el sanatlarının üretilip sergilendiği ve satıldığı “Geleneksel Türk El Sanatları Köyü” projesini hayata geçirdiğinizi düşünün, ziyaretçilere derin bir tarih yolculuğu sunacak tam canlı bir açık hava müzesi gibi. İçinde konferans salonlarının, gösteri alanlarının, restoranların da olduğu büyük bir kompleks. Belki de dünyada ve Türkiye’de bir ilk olacak bu projeye Geka, AB gibi birçok yerden ulusal ve uluslararası kaynak kolaylıkla bulunabilir. Bu projeyi MEGA WORKSHOP gibi de düşünebilirsiniz.
Mazerete gerek yok, vizyonumuz ve biraz da heyecanımız olsun yeter.
Yine de “benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” diyorsanız, Bodrum’u beton yığınına çevirmeye ve yaşanamaz hale getirmeye devam edebilirsiniz.
Ancak bu böyle gitmez, Bodrum’un alternatif turizm seçeneklerine, orjinal-doğal dokunuşlara ihtiyacı var.
Yine de paşa gönlünüz bilir ama ben yazmaya devam edeceğim.
Hoşça kalın
Heyecansız kalmayın
Not: “ Bodrum Türk El Sanatları Köyü” projesini ilgililerine detaylarıyla anlatmaya hazır olduğumu belirteyim.