Kültür ve Turizm Bakanlığında 2004 – 2007 yılları arasında Güzel Sanatlar Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Numan Pekdemir, sosyal medyada yaptığı paylaşımında, gazeteci Yaşar Aksoy “Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar” dizisinin danışmanı olmalıdır.” dedi.
Bodrum’da müzik çalışmalarına Bodrum Oda Orkestrası ile devam eden Numan Pekdemir, açıklamalarını şöyle sürdürdü;
“Aşağıda değerli dostum Yaşar Aksoy’un bugünkü facebook paylaşımını sizlerle paylaşıyorum. Gerçekleri okuyacaksınız. Halikarnas Balıkçısının çocukları İsmet abla, Aliye abla ve eşi Halûk ağabeyi bende çok iyi tanırdım. Çok değerli insanlardı bizim için. Çocukları Murat Önce ve Siren de aynı dönemde okul arkadaşlarımdı. Halikarnas Balıkçısının Bodrumdaki dostlarından biri dedem Mehmet Hılmi Tengiz ve ninem Ayşe Nazike Tengiz di. Balıkçıyı onlardanda çok dinledim. Dedemlerin ‘Kule’ denilen evlerinde arada misafiri olurmuş. Geldiğinde de (annem daha çocuk) annemi alıp omzuna oturtmasını annem hiç unutmadı.
Halikarnas Balıkçısının İzmirde Konservatuvarda bir konserimize geldiğinde dedemlerle olan o günkü dostluklarını benimle paylaşması muhteşem bir duyguydu.
Hepsinin ruhları şad olsun..
BALIKÇI’NIN KIZI ALİYE ÖNCE AÇIKLADI:
GERÇEKTE ŞAKİR PAŞA, BABAMI ÖLDÜRDÜ!..
İki haftadır gösterilen ve bu Pazar günü de (29.12.2004) yayınlanacak olan “Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar” televizyon dizisi sebebiyle, Anadolu’muzun kültür, tarih ve mitoloji alanında halka mal olmuş, gelmiş geçmiş en romantik ve en tutkulu yazarı Halikarnas Balıkçısi Cevat Şakir Kabaağaçlı, bir “Baba Katili” olarak geniş bir çevreye pek magazinsel ve seviyesizce tanıtılmaktadır. Buna ve sosyal medyadaki iftiralara isyan ediyorum..
Dizinin çekildiği köşkün bir gece yarısı yanıp kül olmasıyla, bir süre ara verilecek olan dizi çekimlerinin senaryosuna bir faydamız olur mu bilmiyorum ama, dizide anlatılan hikayenin “gerçekte tersinin” doğru olduğunu şimdi yazacağız..
Bizzat Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Kara Kızım” dediği esmer kızı merhum Aliye Önce bize anlatacak, biz de sorularımızla ayrıntıya gireceğiz.
Bu söyleşimiz, 11 Haziran 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde “Babam namusuna aşıktı..” başlığı ile yayınlandı. Babası Cevat Şakir’in namus cinayeti sonucu babası Şakir Paşayı öldürmesi üzerine ilk kez konuşma kararı alan ve ağır hastalığının son evresinde hasta yatağına Yaşar Aksoy’u bizzat çağıran Aliye Önce, gerçekleri açıklamanın hüznünü yaşarken, bunu sadece benimle paylaşmıştı.
İki sorumuz var:
Halikarnas Balıkçısı, babasını niçin öldürdü?
Yoksa Şakir Paşa, bu cinayetle oğlunu mu öldürmüş oldu?
KARA KIZ VE SARI DEFTERLER
Aliye Kabaağaçlı Önce.. 1932 Bodrum doğumlu.. Bodrumlu Hatice ile Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın kızı.. İkisi de günümüzde rahmete kavuşmuş olan benim sevgili İsmet Noonan ablam ile can dostum Suat Kabaağaçlı ağabeyimin kardeşi..
Emekli bir Türk subayı ve NATO görevlisi olan merhum Haluk Önce ile evli idi. Stutgart Devlet Opera ve Balesi Orkestrası kemancı oğlu Murat Önce’den 3 torunu, İsveç Lund Yüksek Müzik Okulu Piyano Bölümü öğretim üyesi kızı Siren Nakiye Ek’ten yine 3 torunu vardır.
Aliye Önce hanımefendi ile saygın eşi Haluk Önce’ye, büyük sevgi ve saygı duygularıyla bağlıyımdır.
Yıllar önce (1989) Aliye abla, beni aile meclisine çağırdı.. Babası Halikarnas Balıkçısı’nın hiçbir yerde yayınlanmamış, hasta yatağında bile Bulgar somya sedirinin altında sakladığı kişiye özel hatıra notlarını kapsayan üç adet “Sarı Defterler”i, bana herkesin önünde teslim etti. Ayağa kalkmış bir halde, “En çok güvendiğim sizsiniz..“ deyişini, hayatımın en önemli şeref nişanlarından biri sayarım.
Ben itiraz edecek olup, “Bu defterleri filancaya versek..” dediğimde ise, babasının ölümünün hemen ertesinde gazetelere verdiği ve isim sunarak kimseye güvenmediğini belirten gazete ilanlarını bana göstermişti.. O zaman bu kararına saygı duydum.
O sarı defterler, bir gün yazarı olduğum Kırmızı Kedi Yayınevi aracılığı ile okuyucu ile buluşacaktır; yazımın sonunda bu konuda bilgi vereceğim.
İLK KEZ KONUŞUYOR
Aliye Önce, yıllardır hastalığının çilesini çektiği odasına beni çağırdı. Zorlukla doğrulmuş ve giyinmişti. Yanında sevgili eşi Haluk Önce de vardı.. Güvendiği bir gazeteciye ilk kez konuşacaktı.
Daima geride, gölgede kalmıştı, ama artık babasının sıradan bir katil olduğuna dair ayyuka çıkan nice yayın ve dedikoduya, saklı gerçeklerin ışığında gerekli yanıtı vermek istiyordu. Ben sordum, kendisi inançla ve heyecanla konuştu..
– Çok eziyet çekmişsiniz?
– Evet.. Ailece, yıllarca müthiş çile çektik. Babamın ilk eşi İtalyan kökenli Aniesi’dir. Babam bu eşi ile cinsel ilişkisini keşfettiği için babası Şakir Paşayı öldürmüştür. Bu ilişki karşılıklı mı oldu, Aniesi babası yaşında Şakir Paşayı mı ayarttı, yoksa Şakir Paşa gelinini mi ayarttı?.. Bunları açıklamak için babaannem Sare İsmet hanımın cinayetten sonra gelini Aniesi’yi sımsıkı himaye etmesi bize ipucunu vermektedir. Yani Şakir Paşa, gelinini ayarttığı veya tecavüz ettiği için, karısı Sare İsmet, Aniesi’yi tam bir anne gibi korumuş, kollamıştır.
Doğaya, dünyaya, evrene, sanata ve kültüre aşık Cevat Şakir, öncelikle kendi namusuna aşıktır. Hemen boşadığı Aniesi’den Mutarra isimli bir kızı vardı. Daha sonra Hamdiye Hanım ile evlendi, ondan oğlu Sina doğdu. Bizim anamız Hatice Hanım ile Bodrum’da evlenince ise, İsmet, Suat ve ben Aliye doğduk.
– Babanız cinayetten söz etti mi size?
– Asla.. Ama on yaşındaydım, beni okşar, “Kara kızım, sen benim intikamımı al..” derdi. Üsteleyip, niçin böyle söylediğini sorduğumda, hıçkırarak ağlardı. Galiba, artık o intikam günü geldi. Herkes, tüm dünya arkamızdan konuştu. Baba katili derlerdi, o yüce insana.. Başta babam olmak üzere, tüm yaşamımız boyunca bu gizli acıyı sürükledik. Gerçek kapalı ve karanlık idi. Cinayetin gerçek sebebi bilinmiyordu. 1914 yılının güzel bir Haziran gecesi, birlikte gittikleri Afyon’daki çiftliğimizde babam Cevat Şakir, babası Şakir Paşayı hiç duraksamadan tabanca ile öldürmüştü.
Cinayet anında Şakir Paşa da, tabancasını sıyırmıştı. Babamı mahkum edip Afyon Cezaevine sürdüler. 15 yıl yemişti, annesi gelip bu talihsiz oğlunu gözyaşları içinde ziyaret edermiş. Ne kadar acılı bir durum.. Bir facia aslında. Kocası gelini ile ilişki kurmuş, ona tecavüz etmiş, oğlu kocasını bu yüzden öldürmüş. Koca mezarda, oğul hapiste.. Gelini ile torunu elinde kalmış.. Ona rağmen gelini Aniesi’yi koruma altına alıyor ve ona üç yıl bakıyor; sonra Aniesi memleketi İtalya’ya dönüyor…
İtalyan asıllı Aniesi ile ilişkisini öğrenen Cevat Şakir’in bu cinayeti işlediği dedikodusu hemen bir yanardağ gibi patlak vermiştir.. Şakir Paşanın eşi babaannem Sare İsmet Hanım, babamın eşi Aniesi ve kızları Mutarra, amcalarım ve halalarım, tüm aile, herkes perişan olur.
Aile büyüklerimiz hep odalara kapanır, bunu konuşurlardı. Hiçbir şey öğrenemezdik. Babannem Sare İsmet, halalarım Aliye Berger ve Fahrünnisa Zeyd bunu konuşmamıza izin vermezlerdi. Gerçek sanki sonsuza kadar gizli bir yere saklanmıştı. Babam töhmet altında kıvranıyordu, ama acıyla hiç konuşmuyordu. “Babam Şakir Paşayı öldürmemişti, tam tersine; sanki Şakir Paşa, babamı hayatının sonuna kadar sonsuz kez öldürmüştü”..
Babam ayrı kaldığı kızı Mutarra’yı çok özlerdi, küçük bir kutusunda kızın resmi vardı, bana gösterir, gözyaşları içinde “Senin ablan..” derdi.
– Olay açıklanmadı mı?..
– Ailemizden kimse, geçen yıllar içinde tek kelime konuşmadı. Asım amca, Suat amca, Hakkiye halam, Fahrünnisa Zeyd halam, Aliye Berger halam tek kelime konuşmadılar ve yazmadılar. Hele hele cennet mekan babaannem Sare İsmet hanım heykel gibi donmuştu sanki.. Bu bir tabu idi. Tüm aile, sonsuz acı ve suskunluk içindeydi. Bu olay, babamın “Mavi Sürgün” kitabında ve çekilen bazı filmlerde üstünkörü geçiştirilir.. Yıllar sonra gündeme gelecek daha medyatik filmlerde de mutlaka yanlış ve gerçekdışı yorumlar yapılacaktır.
Biz, her şeyi içimize attık. Ama geçenlerde apaçık bir belge ortaya çıktı, bu yüzden ben, ilk kez konuşmaya karar verdim.
TORUN KİNZE’NİN AÇIKLAMASI
– Nedir o belge?
– Aniesi, olaydan sonra kayınvalidesi, yani babaannem Sare İsmet Hanımın himayesinde yaşadı, sonra küçük kızı Mutarra’yı alıp İtalya’ya döndü, uzun yıllar orada kaldı ve yeniden evlendi. Mutarra’nın sonra Kinze isimli bir kızı oldu.
Geçenlerde Kinze, kendi kızını da alıp İstanbul’a geldi ve bizim son kuşak aile fertleriyle buluştu. Türk – İtalyan Dostluk Derneği’nin ve İtalyan Lisesi’nin himayesinde Pera Palas’ta yapılan toplantıda, Kinze hanım şunu söyledi: “Anneannem Aniesi’nin son günlerinde başucunda, Şakir Paşa’nın resmi vardı, ikinci kocası İtalyan dedemin resmi ise hiç yoktu..”
Kinze’nin bu sözleri, 1914 cinayetinin en gerçek belgesidir. Şakir Paşa ile Aniesi arasındaki tutkulu ve ölümsüz aşkı belgelemektedir. Babam Cevat Şakir, bu aşkı öğrendi veya keşfettiği için, babası ile birbirlerine silah çekerek vuruşmuş ve Şakir Paşayı öldürmüştür. Namusuna aşık Cevat Şakir, aşık olduğu karısından da, canı gibi çok bağlı olduğu öz babasından da vazgeçmiştir. Tanrı veya kader, böyle bir sonsuz acıyı dünyada belki yalnız Halikarnas Balıkçısı’na nasip etmiş ve onu imtihan etmiştir.
– Babanızı çok seviyorsunuz.
– Evet.. Her kız gibi.. Oturup opera aryaları söyleyişini unutmak kolay mı? İzmir Hatay’daki evde yere upuzun uzanır, Karmen’den, Sevil Berberi’nden, La Bohem’den operalar söylerdi, çünkü sesi çok güçlü bir bastı. Yatağan isimli teknesi ile bizi Bodrum’un karşısındaki Karaada’ya götürürdü. Tekne üzerinde masal kahramanı gibiydi. Beni sopalamasını bile özlüyorum. Ağır zafiyet geçirmişim, kaçıp denize girer, güneşte kalırdım. Kızar köpürür, popoma öyle vururdu ki, acımdan yıldızları sayardım, hatta bir gün kollarımdan sallayıp denize savurdu. Evlenip, eşimizle birlikte evimize yeni gelmiştik ki, kapı çalındı. Elinde birkaç gofret, “Sen bunları çok severdin..” dedi. Dedim ya, o bir masal kahramanıydı.
– Bodrum’u özlüyor musunuz?
– Her şeyini özlüyorum. Şimdikini değil, Cevat Şakir’in Bodrum’unu deliler gibi özlüyorum. Babamın merhabasını, otuz yaşlarında boynunda tümör oluştuğu için gözleri etkilenmiş olan canım annemin tencere yemeklerini, sabah evimizin önünden topluca denize girişlerimizi, cennet gibi evimizi, komşularımızı, yerli Bodrumluları, hepsini, her şeyini özlüyorum. Babam, Bodrum’u ölesiye severdi. Oradan İzmir’e gelince çok parasızlık çektik. İzmir’de mutu olamadı babam, daima o eski Bodrum’u aradı. Bense eski Bodrum’u artık, Kadı Kalesi’nde buluyorum.
BALIKÇI BİZİM ONURUMUZ
– Kadı Kalesi nerede?
– Kadı Kalesi, Peksimet Köyü’nün yalısıdır. Bodrum Turgutreis ile Gümüşlük arasında, Kardak Kayalıkları’nın tam karşısıdır. Deniz kenarında taş evimiz var. Oranın köy düğünleri, ayın denizden çıkışı, güneşin denize batışı, köylülerin keçi kokusu, ortalığı kaplayan mis gibi kekik buğusu ve komşulukları bambaşkadır.
Aliye hanımın veya Hatice teyzenin kapının önüne gelip, “Napık durun?” deyişi her şeye bedeldir. Eski Bodrum, bizim için hala oralarda yaşıyor.
Biz, eğitim sorunumuz için 1945’te İzmir’e göçtük. Mithatpaşa caddesinin öteleri, şimdiki Hatay sırtları, Arapderesi civarı bile olağanüstü güzeldi. Tepelerde, kırlarda kedi tırnakları, laleler, gelincikler, papatyalar toplardık., başlarımızı, evlerimizi süslerdik. İzmir nasıl bir anda bozuldu ise, Bodrum da aynı hızla yok edildi. Şimdi hatıralarımızla yaşıyoruz. Bu hatıralar içinde Türk milletine, Anadolu ve Ege kültürünü öğreten Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı gibi bir babanın evladı olmak, biricik ve müthiş övüncümüzdür.
GİZEM YÜKLÜ SARI DEFTERLER
Bu söyleşimizin sonunda Aliye Önce, 16 yıl önce bana evinde armağan ettiği “Sarı Defterler” konusunda şunları yazdırmıştı:
“.. 1973 yılı Ekim ayında babamın ölümünden bir hafta önceydi.. Beni yanına çağırdı. Yatağında yatıyordu; zaten bu son görüşüm olacakmış. Bulgar somya şeklindeki sedirin altındaki bir bavulu tarif etti. Ben arayıp buldum, tekrar yanına götürdüm. “Al bunları kara kızım.. Bu memleket bana sahip çıkmadı, bari gelecek kuşaklar, çocuklar sahip çıksın.. Şimdi bunları sakla.. Kime güvenirsen zamanı gelince bunları ona teslim et..” dedi
Başka hiçbir şey söylemedi. Sadece saklamamı istedi.. İçimden çocuklarım aklıma geldi; oğlum Murat konservatuar keman öğrencisi, kızım Siren ise aynı okulda piyano öğrencisi idi. “Defterleri, benim çocuklarıma mı vereyim?..” diye sordum.. Sadece “Kime güvenirsen..” dedi. Son sözü buydu..
Ben defterleri 17 yıl sakladım.. Kimseye bir şey söylemedim. 1989 yılına geldiğimizde Sarı Defterleri, hem inançlı bir gazeteci, hem de parada pulda gözünüz olmadığını yakından hissettiğim için, yalnızca sizin emin ve doğru biçimde değerlendireceğinize inandım. “
Aliye Önce ve eşi Haluk ağabey bir süre sonra vefat ettiler.
Ben, “Sarı Defterler” ile baş başa kaldım. Halikarnas Balıkçısı’nın gerçek hatıratı olan bu eski Türkçe yazılmış üç defter, inanılmaz bir gizem taşıyordu.. Eski Türkçe bilen tercümanımla birlikte uzun yıllar dikkatlice inceleyince, arada Grekçe, İngilizce, İtalyanca yazılmış olduğunu gördüğümüz, ama çoğunlukla tamamen eski Türkçe yazılmış bir hikaye vardı karşımızda. Defterler son derece zor bir uğraş gerektiriyordu.
Çünkü, “Türkçe dilli, eski Türkçe yazım” ile “Rumca dilli, eski Türkçe yazım” birlikte karışık yazılmıştı. Yani Halikarnas Balıkçısı, hem Rumca, hem Türkçe yazmıştı ama yazı karakteri tümüyle eski Türkçeydi.
Defterlerin sayfaları arasına gazete kesikleri yapışkan veya toplu iğne ile tutturulmuştu. Örneğin, “Bir kahveci çırağı metresini öldürdü”, “Kamalı Efe’nin dağa kaldırdığı Yörük kızı konuştu” veya “Kemeraltı Meserret Hanı’nda esrarengiz intihar..” gibi bir çok gazete haberleri dikkatlice kesilmiş, deftere yapıştırılmış veya iliştirilmiş, altlarına ise uzunca haber ve olay tahlilleri yazılmıştı.
Bu gizemli üç defter ile yıllardır mücadele ediyorum. Bitirir ve başarabilirsem, asla telif almadan Kırmızı Kedi Yayınevi sahibi Haluk Hepkon’a teslim edeceğim.. Değerli dostumuz Haluk, bu defterlerin “Latin harfli Türkçe yazımını”, kitap olarak halkımıza armağan edecektir, dilerim..”