Ülkemiz uzun zamandır yaşanmamış şekilde, Ortaçağ Avrupası kıvamında utanç verici bir dönem yaşıyor. Uyuşturucunun ve kara paranın kol gezdiği bir coğrafyada, bunlardan daha da ağır suçlar olarak taciz, tecavüz ve cinayetin en laubali ve devamlı şekilde işlendiği bir yer olarak tarihe geçiyoruz. Durumun vehameti, sayıların artık ancak savaş dönemleri ile kıyaslanabilecek bir noktaya gelmiş olmasından anlaşılıyor. Şiddet sarmalı öyle bir hal aldı ki, insanlar sokakta yürürken, trafikte yol alırken veya markette sıra beklerken başlarına ne geleceğini düşünerek ve korkarak yaşamlarını sürdürüyorlar.
Şiddet ikliminden her zamanki gibi, ilk nasiplenenler kadınlar ve çocuklar. Cinayetle öldürülen ve faili dahi bulunamayan çocuklar, kafası kesilerek aynı gün öldürülen kadınlar, tecavüz edilen bebekler, sokakta vatandaş tarafından kurtarılmasa yol üzerine yatırılarak tecavüze uğrayacak kadın….
Saymakla tükenmeyecek ve bizim bilmediğimiz vakıaların sayısı belli bile değil. Şu tespiti yapmak için artık yeni bir olayın gerçekleşmesini beklemeye gerek yok, yüce devletimiz artık kadınlarını, çocuklarını ve vatandaşlarını koruyamıyor ve koruyamadığı gibi bir de suç faillerini cezalandıramıyor. Yurtdışına karşı ne kadar büyük ve yüce bir devlet olduğumuz sürekli söylense de, devletin büyüklüğünün söylemle değil, eylemle, ancak adaletin sağlanması ile mümkün olabileceği göz ardı ediliyor. Yani yurtdışına mış gibi yapılarak, içeride ise devlet olmanın görevini yerine getirmeyen devlet adı verilmiş bir düzen var. Devletin vatandaşlarını koruyamaması; asli görevini yerine getiremediğinin ilk göstergesi, ancak daha da vahimi devletin suç işleyenleri cezalandırmıyor olması. Cezasızlığın bir düzen haline gelmiş olması, her türlü musibetin hafif ve kolayca geçiştirilebilir görülmesini sağlıyor. Bu yüzden de, niyetini bozmamış kişi bile bir gün, nasılsa cezasız kalacak olan bir suç eylemini düşünmeden gerçekleştirebilir hale geliyor. Siyasilere hakaret edenlerin ivedi olarak tutuklanarak kendisini hapiste bulmasının karşısında, bir kadını yol üzerinde yatırarak, tecavüze yeltenenler, 10 gün sonra ve ancak toplumun sosyal medya üzerinden ayaklanması neticesinde tutuklanabiliyor. Savcılar ve hakimler, mevzuat yetersizliğinden şikayet ediyor, fakat eninde sonunda tutuklanabildiyse, ilk gün neden tutuklanamadığının yani gerekçe var idiyse neden 10 gün bu insanların sokakta dolaşabildiğinin ise bir açıklaması yok. Bu faillerin tutuksuz geçirdikleri 10 içerisinde, tutuksuz yargılanmalarına karar veren o hakimin bir yakınına karşı yeni bir tecavüz suçu işlemeyeceğine dair bir teminat mı var? Elbette yok, sonuçta hepimiz aynı gemideyiz.
Sokakta kadının yürüme özgürlüğünü düşünsel olarak kısıtladığı için, gece parkta yürüyen bir kadını taciz eden sanığa yüzyıllarca hapis cezası veren İngiliz hakimin kararını geçmiş bir yazımda anlatmıştım. Çünkü burada ceza verilmekle korunan menfaat, işlenen suçun niteliğine bağlı değildir. Cezanın içeriğinin ileride suç işleme iradesi oluşacak kişiler üzerinde yaratacağı algıdır. İşte bu olaydaki sonuç şu anda ülkemizde yaşanıyor. Yani sokakta kadınların, çocukların vatandaşların özgürce yürüme hakları gasp ediliyor ve cezasızlık devam ettiği sürece, bu rahatlık içerisinde suç işleme iradesi de artacak ve böyle bir özgürlük kalmayacak gibi görünüyor.