İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası” adlı son romanından bir alıntıyla başlayalım. “…Ateş nasıl odunla besleniyorsa, akıl da bilgiyle beslenir.”
Bodrum’da yaşadığımız en büyük sorunlardan biri tam da bu. İnsanımız okumayı bırakmış, sosyal medyadan alıntı iletilerle yetinen zavallıya dönüşmüş. Bu vahim hastalık yetmezmiş gibi “bilgi”den öcü görmüş gibi kaçışımıza ne demeli? Yarasanın ışıktan kaçıp mağaraya sığındığı gibi, zamane insanı da gerçeklerle yüzleşmekten korkuyor ve kaçıyor. Herkes kendi beyninde yarattığı mağaraya sığınıyor. Bunun adı kör taassup olsa gerek.
Halbuki bilginin sahihliğine veya göreceli gerçekliğine gönlümüzü açabilsek, kirlerimizi hoşgörü denizinde yıkayabilsek çevre ve hayat daha kolay ve daha mutlu olacak. Yok, huzurla, barış ve mutlulukla işimiz olmaz, öğrenilmiş çaresizlik bize iyi geliyor derseniz yapacak bir şey yok. Yine de düşünelim, fanatizm, yobazlık ve körü körüne tutuculuk belki bizi geçici olarak rahatlatabilir ama hiçbir zaman insana kalıcı çözüm ve sürdürülebilir mutluluk sunmaz.
Mesela, bu anlattıklarımı Bodrum ölçeğine indirgeyelim. Şu an yaşanmaz hale getirdiğimiz güzelim Bodrum’umuzun yerel sorunlarına elbirliği ile bilimin ışığında, aklın süzgecinden geçirerek çözümler üretseydik, bunları yazmak ve okumak yerine tüm dünyada parmakla gösterilen inci tanesi bir Bodrum’da yaşıyor olmanın mutluluğunu tadacaktık. Esnafımız ve turizmcimiz de hasılat rekorları kırıyor olacaktı.
Peki şimdi ne yapıyoruz? İdeolojik, siyasi ve ekonomik çıkarlarımız uğruna harabeye çevirdiğimiz Bodrum için daha sezon başında dizimizi dövmeye başladık. Lakin bunlar sezon bağlamında iyi günlerimiz. Daha ölümcül sezonlar kapıda. Kötü dediğimiz bu sezonu mumla arayacağız. Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama olanlar ve eldeki veriler bunu gösteriyor.
Seçilmişler, atanmışlar ve atayanlar Bodrum’u para musluğu veya rant kapısı olarak görmeye devam ederlerse, kötü gidişatı tersine döndürecek radikal önlemler almazlarsa yok oluşa giden bu süreç devam edecek. Benden söylemesi.
Yok, hayır! Bodrum bunu hak etmiyor, acilen özümüze, değerlerimize dönelim diyorsanız, buyurun bir yerlerden başlayalım. Elinizi tutan mı var? Bu bağlamda Bodrum’a can simidi olacak, nefes olacak bir projeden daha bahsedebilirim.
Herkesin dert yandığı kanayan bir yaramız var. 120 günlük sezonla turizm çarkının dönemeyeceği hususunda herkes hemfikir. Hele su, trafik, arıtmalara bağlı koylarımızın aşırı kirliliği, yoğun yapılaşma… gibi sorunlar büyüyerek devam ederken ve çözüm üretilemezken hangi sezondan bahsedeceğiz? En iyimser bakışla tek kurtuluşumuz sezonu 12 aya yaymaktan geçiyor.
Bunun da mantıklı/rasyonel yolu kültür ve tarih ekseninde turizm çeşitliliğini arttırmaktır. Yirmi küsur yıl önce yazdığım bir önerimi daha güncellemek isterim; “BODRUM DENİZ AKVARYUMU”
Bunu Gümbet burnuna önermiştim. Ne büyük talihsizlik ki, sanırım önerim yanlış anlaşılmış. Diğer önerdiğim projeler gibi sezonun uzamasında büyük paya sahip olacak akvaryum yerine bir de gördüm ki arıtma tesisi yapılmış. Pes yani, bu kadar da olmaz. Ayıbı gizlemek için midir bilmem başına bir de “biyolojik” yazıyorlar ya. Aslında en büyük art niyet ne hikmetse, tüm arıtmaların deniz kenarına yapılmasıdır. Kimse de itiraz etmiyor. Niye peki? Cevap açık ve net; geri dönüşümlü doğa dostu son sistem arıtmalar yerine öğütüp denize postalamayı uygun görüyorlar da ondan. Tüm Yarımada’da vaziyet bundan ibaret. Sonra da sezon kötü, ne olacak halimiz diye toplaşıp ağlıyoruz. Bir değil, iki değil. Adam enayi mi ki, b..lu suda denize girsin, tatil yapsın?
Dünya denizlerindeki binlerce çeşit deniz canlılarının devasa cam fanus içinde kendi doğal koşullarında ziyarete açıldığı dev bir akvaryum sizce Bodrum turizmine ne kazandırır? Yılda tahminen kaç ziyaretçi ağırlar? Hesabını siz yapın. Eee, hadi o zaman, bir yerden başlayalım artık.
Hoşça kalın.